Taberânî

Archive for the month “Aralık, 2013”

Müceddid Böyle Olur.

Kıymetli Mürşidimiz Şeyh Mahmud el Ofi k.s. Efendi hazretleri,  bir sünneti ihya etmek için hayatı boyunca mücadele etmiştir. Bu kardeşiniz 1978-79 senelerinde Edebiyyat Fakültesine yeni başlamıştım. ordaki kardeşlerle tanışınca İsmailağayı ve Efendi Hazretlerini daha iyi öğrenmeye başlamıştım. Bir toplantımızda gençlere sohbet etmek için gelen bir prof. şöyle demişti: Biz mahmud Efendiyi ziyarete gidiyoruz, bize sakal bırakmamızı tavsiye ediyor, biz de resmi işlerimizi bahane ederek sıyrılıyoruz… Ama kendisi “Ebul Lıhyedir” Yani: Sakalın babası.. Bu zat şimdi sakallıdır ve Efendi hazretlerini çok sever.

Onun bu sözü benim çok dikkatimi çekmişti, bir zaman sonra tekkeye vasıl olmak nasip olunca, Efendi Hazretlerinin insanlarla tek tek ilgilenerek sakal bırakmalarını nasıl arzu ettiğini ve sakal bırakan biri oldumu sanki bayram ettiğini gözlerimle müşahede etmişizdir.

Bu işi basite alan bazı müslümanlar ise “Mahmud Hoca sakaldan başka bir şey bilmez” diyecek kadar seviyesizleşmişti.. Ancak bu günki manzara karşısında sakal ve diğer sünnetlerin bu şekilde yaygınlaşmasını görünce acaba ne diyorlar?  İçlerinden bazıları insaflı olup kendilerinin yaptığı hizmetin bir işe yaramadığının farkındadır, ama bu da çare değil ki… Gençleri değişik yollara yönlendirip nice cevherleri zayi etmek, ümmetin ilim ordusunun oluşturulmasına köstek olmak, sünnetin işlenmesine destek vermemek… bunların vebalini nasıl ödeyecekler?

Müceddid islami ilimleri ve yaşantıyı ele alıp ihya edendir, müslümanın tepeden tırnağa kadar, içini dışını islama sünnete tatbik edendir. Asrı saadeti örnek alıp taviz vermeden, bıkmadan usanmadan, yanlız kalsa da, reklamı yapılmasa da yoluna devam ederek bu mertebeye gelindi, şimdi artık bütün dünyadan talipler gelip nasiplerini alıyor, ama yanı başında yakınında olan nasipsizler hala daha bekliyor… Nefis kibirle dolmuş…

 

iktibas: alikarahoca.net

Ebu Bekr el-Kettanî k.s.

Ebu Bekr el-Kettanî

Evliyanın büyüklerinden. Künyesi, Ebû Bekr, adı Muhammed bin Ali bin Câfer Bağdâdî el-Kettânî’dir. Aslen Bağdâtlı olup, ömrünün büyük bir kısmını Mekke’de geçirmiştir. Ebû Bekr Kettânî, Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebesidir. Ebû Saîd-i Harrâz, Abbâs bin Mühtedî, Amr el-Mekkî, Ebü’l-Hüseyin Nûrî gibi âlimlerin sohbetinde bulundu. 933 (H.322) senesinde Mekke’de vefât etti.

 

 

Ebû Bekr Kettânî; verâ, takvâ; haram ve şüphelilerden kaçmada zühd; dünyâya düşkün olmama ve mârifette son derece ileri olup, Hicaz âlimlerinin büyüklerinden idi. Mücâhede ve riyâzette nefsin isteklerini yapmama, istemediklerini yapmada gerçekten ileride ve çeşitli ilimlerde kâmil olup, özellikle hakîkat ve mârifet ilimlerinde pek derin idi.

Kendisine Harem’in kandili derlerdi. Sabaha kadar namaz kılar ve Kur’ân-ı Kerîm okurdu.

Bir rüyâsını şöyle anlatır: “Bir gece rüyâmda sevgili Peygamberimizi gördüm. O’na; “Kalbimdeki hevânın, nefsin istek ve arzularının yok olması ve bundan kurtulmak için nasıl duâ edeyim?” diye sordum. Buyurdular ki: “Her gün kırk    kere hulûs-i niyetle,

يَاحَىُّ يَاقَيُّومُ يَا لاَ اِلَهَ اِلاَّاَنْتَ اَسْاَلُكَ اَنْ تُحْيِىَ قَلْبِى بِنُورِ مَعْرِفَتِكَ اَبَدًا

“yâ Hayyû, yâ Kayyûm, yâ lâ ilâhe illâ ente es’elüke en tuhyiye kalbî binûri ma’rifetike ebeden, dersen, kalbindeki hevâ kaybolur.”

 Manası:

“Ey hakiki hayat sahibi! ey mahlûkatını ayakta tutan! ey senden başka hiç bir ilah bulunmayan Allahım!

Senden kalbimi marifetinin nuru ile ebedi olarak diriltmeni istiyorum.”

Kettanî hazretleri bir keresinde de şöyle anlatır, Emîr ül-Müminîn hazret-i Ali’ye karşı, bende biraz soğukluk vardı. Bunun sebebi de; Rasülullah efendimiz; “Ali’den başka yiğit yoktur.” buyurmuşlardır. Gerçi hazret-i Ali hak üzere idi. Fakat halifeliği hazret-i Muâviye’ye bırakıp çekilseydi, bunca kan dökülmezdi. Asıl yiğitlik budur.” diyordum. Benim Safa ile Merve tepelerinin civarında bir evim vardı. Bir gün evimdeyken Rasülullah efendimizi rüyâmda gördüm. Ashâbıyla birlikte oturuyorlardı. Beni yanlarına çağırıp, hazret-i Ebû Bekr’e işâret ederek; “Bu kimdir?” buyurdu. Ben; “Hazret-i Ebû Bekr’dir.” dedim. Sonra; hazret-i Ömer’e işâret ederek; “Bu kimdir?” buyurdu. “Hazret-i Ömer’dir.” dedim. Sonra hazret-i Osman’a işâret ederek; “Bu kimdir?” buyurdu. Ben de; “Hazret-i Osman’dır.” dedim. Sonra hazret-i Ali’yi işâret ederek; “Bu kimdir?” buyurunca, ona karşı kalbimde olan kırgınlık sebebiyle utandım. Peygamber efendimiz beni hazret-i Ali ile kardeş yaptılar. Sonra kucaklaştık ve Eshâb-ı kiram dağıldılar. Hazret-i Ali ile başbaşa kaldık. Bana; “Ebû Kubeys dağına çıkalım.” deyince kabul edip, bu dağın tepesine çıkıp oradan Mekke’yi seyretmeye başladık. Uyandığım zaman kendimi bu dağın başında buldum. Bu rüyadan sonra hazret-i Ali ve hazret-i Muâviye’nin kıymetini daha iyi anladım.”

Şakik-i Belhi’den K.S. Nasihat.

Dinde temel sayılan sekiz madde
Şakîk-i Belhî hazretleri, talebesi Hâtim-i Esam hazretlerine sordu:
– Ne kadar zamandır benden ders alıyorsun?
– 33 senedir.

– Bu kadar zaman içinde benden neler öğrendin?
– Sekiz şey öğrendim.

– Yazıklar olsun sana! Çok üzüldüm, emeklerim boşa mı gitti?
– Hocam, siz sordunuz, ben de doğrusunu söyledim. Sekiz şey öğrendim.

– Peki, nedir bu sekiz şey?
– İnsanlara baktım. Sevdiği şeyler, onlarla mezara kadar arkadaşlık ediyor ve sonra onu yalnız bırakıp ayrılıyorlar. Onlarla beraber mezara girip, dert ortağı olmuyorlar. Bu hâli görünce, (Dünyada öyle bir dost seçmeliyim ki, mezara benimle gelsin, bana orada arkadaşlık etsin) diye düşündüm. Aradım, taradım, ALLAHü teâlâya yapılan ibadetlerden başka, böyle sadık bir sevgili bulamadım. Ben de ibadetlere sarıldım.
– Çok doğru, çok güzel etmişsin.

-Peki, ikincisi nedir?
– İnsanlara baktım, çok kimse, arzuları, nefsleri peşinde koşuyor. O zaman, (ALLAHü teâlâdan korkarak nefslerine uymayanlar, elbette Cennete gideceklerdir) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Nefsimi düşman bilerek, ona aldanmamaya karar verdim ve arzularıma uymadım.
– ALLAH sana iyilikler versin, ne güzel yapmışsın.
-Üçüncüsü nedir?
– İnsanlara baktım, herkes dünyalık toplama sıkıntısı içine girmişler. Sonra (Dünya malından, sarıldığınız, sakladığınız her şey, yanınızda kalmayacak, sizden ayrılacaktır! Ancak ALLAH rızası için yaptığınız iyilikler ve ibadetler sizinle beraber kalacaktır) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Dünya için topladıklarımı, ALLAH yolunda harcadım. Yani ALLAH’ü teâlâya ödünç verdim!
– Ne güzel yapmışsın.
-Peki, dördüncüsü nedir?
– İnsanlara baktım, başkalarını beğenmiyorlar, birbirlerine haset ediyorlar, birbirlerinin mevki, mal ve ilimlerine göz dikiyorlar. Bunu görünce, (Dünyadaki maddî, manevî bütün rızıklarını aralarında taksim ettik) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Herkesin ilim, mal, rütbe, evlat gibi rızıklarının dünya yaratılmadan önce, ezelde taksim edildiğini, kimsenin elinde bir şey olmadığını ve çalışmayı, sebeplere yapışmayı emrettiğinden, Ona itaat etmiş olmak için çalışmak lazım geldiğini ve hasedin zararlarını ve lüzumsuz olduğunu anladım. ALLAHü teâlânın ezelde yaptığı taksime razı oldum. Bütün Müslümanlarla iyi geçindim, herkesi sevdim ve sevildim.
– Ne iyi, ne güzel yapmışsın.
-Beşincisi nedir?
– İnsanlara baktım, çok kimse, insanlık şerefini, bir makam sahibi olmakta zannediyor ve makamıyla iftihar ediyor. Kimi de, kıymet ve şerefi, çok mal ve evlatta görüp, bunlarla iftihar ediyor. Kimi de, malı, parayı ALLAH-ü teâlânın emrettiği yerlere değil de, insanların hoşuna gidecek, herkesi eğlendirecek yerlere sarf ediyor, insanlık şerefini bunda sanıyor. Bunu görünce, (En şerefliniz, en kıymetliniz, ALLAH-ü teâlâdan en çok korkandır) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Bunların yanıldıklarını anladım ve takvaya sarıldım. Rabbimin af ve ihsanlarına kavuşmak için, Ondan korkarak, İslamiyet’in dışına çıkmadım.
– Ne güzel yapmışsın.
-Altıncısı nedir?
– İnsanlara baktım. Birbirlerinin mallarına, mevkilerine ve ilimlerine göz dikiyor, parça parça ayrılıyorlar, birbirlerine düşmanlık ediyorlar. Bunları görünce, (Sizin düşmanınız şeytandır. Bunları düşman bilin) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Şeytanı ve onun yoldaşları olan sapıkları düşman bilip, sözlerine aldanmadım. ALLAHü teâlânın emirlerine itaat ettim. Kurtuluş yolunun, yalnız Ehl-i sünnet yolu olduğuna inandım. (Ey Âdemoğulları, Şeytana tapmayın, o sizin apaçık düşmanınızdır, diye, sizden söz almadım mı, bana kulluk edin! Kurtuluş yolu, ancak budur) mealindeki âyet-i kerimeyi düşünüp, Müslümanları aldatmaya uğraşanları dinlemedim. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından ayrılmadım.
– Ne güzel ne iyi yapmışsın.
-Yedincisi nedir?
– Kimi insanlar, para kazanmak için haram ve şüpheli şeylere dalıyorlar ve zillete, hakaretlere katlanıyorlar. Bunları görünce, (ALLAHü teâlâ tarafından rızkı gönderilmeyen yeryüzünde bir canlı yoktur) mealindeki âyet-i kerime hatırıma geldi. O canlılardan birinin kendim olduğumu bildim. Rızkımı göndereceğine söz verdiğine, elbette göndereceğine güvenerek, Onun emrettiği gibi çalıştım.
– Ne iyi yapmışsın.
-Sekizincisi nedir?
– Baktım, herkes bir şeye güveniyor. Kimi altına, mal ve mülküne, kimi sanatına ve kazancına, kimi makam ve rütbesine, kimi de kendi gibi bir insana güveniyor. Bunları görünce, (ALLAHü teâlâ, yalnız kendisine güvenenlerin her zaman imdadına yetişir) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Her zaman ve her işimde yalnız ALLAHü teâlâya güvendim. O emrettiği için çalıştım, sebeplere yapıştım; fakat yalnız, Ondan istedim.

– Ya Hâtim, dini tam ve doğru anlamışsın. Senin gibi bu sekiz temel kaideye uyanlar, dinimize tam uymuş olurlar.

iktibas:  alikarahoca.net

Hizmet Ehli.

HİZMET EHLİ NASIL OLMALIDIR?

 

Abdurrahman-ı Taği k.s. bir gün şöyle buyurdular:

“Bir müridin nisbet alması ve başkalarının hidayetine sebeb olmasına mani olan haller şunlardır: Baş olma sevdası, mal biriktirme hırsı.

Gerek halifeleri, gerekse seçkin müridleri irşad ve hizmetten alıkoyan en büyük sebep mal biriktirme hırsı ve varlık duygusudur.

Benim için, arzu ve istek sahibi olan ve tarikatın nisbetinden etkilenip te fayda görmeyen bir mürid; bu yolda etkilenip fayda gördüğünü söylediği halde, dünya sevgisinden ve varlık duygusundan sıyrılmamış müridden daha sevimli ve efdaldir.

Müridlerin hallerini araştırıp onların fiilleri hakkında bilgi toplamanın ve zaman zaman imtihan etmenin hikmeti şudur: Baş olma arzusu, varlık duygusu ve dünya sevgisinden kurtulup kurtulmadıklarını tespit içindir.”

Zamanımızdaki hizmetlerin aksamasının illeti budur. İnsanlar çok kere perde arkasında kamak yerine, sahnede baş rolü oynamak isterler.

Sahnenin şaşaasına kapılıp, başarılı olmayı düşünmüyorlar. Alkışlanmasalar da sahneden çekilmeye niyetleri yok. Çocuksu haller ve davranışlarla, illa da sahnede kalmanın yolunu bulmaya çalışıyorlar.

 

HİZMETİN ALTIN KURALLARI:

 

Hizmet ehlinin dikat etmesi gereken bir takım kaideler:

1-     İstikamet ve ihlas üzere olmak.

2-     Hizmeti sadece Allah rızası için yapmak.

3-     Yaptığı hizmetten dolayı şımarıp kendini diğerlerinden üstün görmemek, bu fırsatı vediği için Allahu teala’ya şükretmek.

4-     Daima kendi kusurlarını görmek.

5-     Herkesi sevip geçimli olmak.

6-     Mütevazi olup kendini herkesten küçük görmek.

7-     Hakarete uğradığında sabredip kinci ve hasetçi olmamak.

8-     Merhametli, affedici ve kabahat örtücü olmak.

 

BİR HİZMET GURUBUNDA YAPILMASI GEREKENLER:

 

Hizmet edenler üç, beş veya daha fazla miktarda olabilir. Bunların başına en mükemmel olanını seçmek gerekir. Dersini tamamlamış veya ilerlemiş, ahlakı güzel, dirayetli, çalışkan ve merhametli olanı tercih edilir. Diğerleri onun etrafında yardımcı olurlar.

Birlikte bazen istişare ederler. İstişarelerde herkes fikrini açıkça söylemelidir. İstişare sonucunun muhakkak tatbik edilmesi gerekir. Adet yerini bulsun diye toplanıp, konuşulanlara kafa sallamakla yapılan görüşmeler faydadan çok zarar getirir.

Baş olan kardeş, diğerlerinin kıymetini takdir ederek, nezaket ve şefkatle davranır. Diğerleri de ona karşı hürmetli ve itaatli olurlar.

Herkes, üzerine aldığı vazifeyi noksansız ve vaktinde ifa etmelidir. Allahu teala’nın rızası için yapılan hizmetlerdeki meşakatler ve sıkıntılar, neticede yorgunluk ve bıkkınlık vermez. Bilakis insanın şevkini artırır.

Hizmet ehli, bazen cahiller tarafından hakarete ve taarruza uğrayabilirler. Bu durumda hizmet ehlinin sabırlı olup affedicilikle davranması lazımdır, hemen kin tutmayıp bağışlayıcı olması gerekir.

Yolculuklarda üç beş kişi de olsa, içlerinden birini sefer başkanı şeçmelilerdir.

Hizmet fırsatı herkese nasib olmaz. Hizmete muvaffak olanlar da hizmeti minnet bilip tevazularını artırmalıdırlar.

Ali Ramiteni k.s. Hazretleri şöyle buyurur:

“Minnetle (başa kakarak) hizmet eden çoktur, hizmeti minnet bilenler ise azdır. Siz hizmette bulunma fırsatını ele geçirmiş olmayı minnet bilir ve hizmet ettiklerinize minnettar kalırsanız, herkes sizden memnun kalır. Şikayetçiniz azalır.”

 

Hizmet ehli devam ettikçe, başkalarına ikram yolunu tercih etmelilerdir. Her şeyi ben yapayım derse, çabuk yorulur ve ğöğsü daralır, görüşleri değişir. Herkesi küçük görmeye başlar, hallerinde gerileme olur. Baş olma sevdasına esir olur.

Diğer hizmet isteklilerine de yol açılmalı, onlara da hizmet için fırsatlar verilmelidir. Zira insanların kabiliyyetleri farklıdır, birinin yaptığını diğeri yapamaz. Herkese yapabileceği vazifeyi vermeli.

Vazife taksiminde son derece müsamahakar olmalıyız, başkalarını tercih etmekle, onların hazzını kendi hazzına tercih etmiş oluruz.

Allah dostlarından biri sohbet ederken fakir ve üstü çıplak biri gelir. Bunu gören gözde hizmetçilerden biri, hemen atılır ve fakire kendi elbisesini giydirir. Bunu gören o Allah dostu üzülür ve der:

“Niçin acele ettin? Keşke sabırlı olsaydın da belki başka bir kardeşin çıkıp bu işi yapardı ve bunun sevabını alırdı, sen de bundan büyük zevk duyardın.”

Allahu teala hizmetlere destek olmayı, engel olmamayı nasib eylesin. Ya Rabbi! hizmetlerimizi kabul eyle. Her tarafa ulaştıracak maddi manevi imkanlar nasib eyle. Âmîn!

 

iktibas: alikarahoca.net

Hallac-ı Mansur’u Kurtarmak.

Hoca Ali Ramiteni k.s. derki:

Hoca Abdulhalık Gucduvani’nin k.s. evlatlarından biri, Hallacı mansur k.s. zamanında mevcut olsaydı, asla asılmazdı (idam edilmezdi.)

Yani: şayet manevi evlatlarından birisi o zamanda mevcut olsaydı, elbette Hallacı bulunduğu -Enel Hak- sözünü söylediği makamdan, manevi terbiye ile yükseltir çıkartırdı, asılmaltan kurtarırdı. (Reşahat:38)

Bu gibi tasarruflar, Allah dostları için gayet normaldir. zira bedenin terbiyesi ann-babaya havale edilmişse, ruhların terbiyesi için de bir mürebbi olmalıdır, bu da kamil Allah dostlarıdır. Bizler farkında olmasak ta ruhlarımız onların terbiyesi ile olguhlaşıyor. tek bir şart var, Allah dostlarını ve kerametlerini inkar etmemek. inkar edenler mahrum olur.

Muhammed Ma’sum K.S

MUHAMMED MA’SUM K.S ‘NUN MEARİFİNDEN…

Muhammed Ma’sum k.s., İmamı Rabbani k.s. ‘nun oğlu ve halifesidir. Nakşi silsile (Altın silsile) sinde kendisi, oğlu ve torunu (İmamı Rabbani, Muhammed ma’sum, Seyfuddin Ebu-l Berekat Ahmed k.sırrahum) peşpeşe gelen başka veli olmamışıtır. Malumdurki hılafet meselesi Allah vergisidir, şeyhin kendi tayini ile değildir.

Muhammed Ma’sum k.s. nun risalesinden bazı marifetleri zikredelim de, onların dolaştığı deryalardan bir nebze haberdar olalım, ahırete kör cahiller gibi gitmeyelim; hernekadar bazıları bunları inkar etse de;

“Bu Allahu teala’nın fazlıdır, onu dilediğine verir…”

Muhammed Ma’sum k.s. velayet mertebelerini kısımlara ayırır:

1-Velayeti suğra (küçük velayet), ümmetin velilerinin elde ettiği velilik derecesi.

2- Velayeti kübra (büyük velilik) Bu, nebilerin velayet derecesidir.

3- Velayeti ulya (yüksek velayet) Bu, meleklerin velayetidir.

(Not: Burda aklımıza, peygamberlerin velayetinin aşağıda olduğu düşük kaldığı sorusu gelirse; buna Mahmud Efendi k.s. hazretlerinin lisanıyla cevab veririz: Üç katlı binanın en kıymetli yeri neresidir? Orta katıdır. Üst kat gürültülü olur, ilk katta öyle, en alası orta kattır. Peygamberlerin faziletinde asla şüphe yoktur.)

Seyri sülük, öz Zat mertebesine uçmak için gerekli olan iki kanat mesabesin-deki, ez-zahir isminde ve el-batın isminde tamam olduktan sonra, (orda üç velayet tamam olmuştu), artık seyr Nübüvvet kemalatlarında olur.

Bu makamda bir nokta kadar mesafe aşmak, geride zikredilen üç velayetin mesafesinden daha fazlasını aşmaktan daha efdaldir.

 

Velayeti ulyadan sonraki mertebeler:

Esma ve sıfat perdeleri olmaksızın hasıl olan Zat teala ve tekaddesin tecelli mertebesi. Bunun için üç mertebe vardır:

 

1-    Kemalatı Nübüvvet mertebesi.

2-    Kemalatı Risalet mertebesi.

3-    Kemalatı ulul azim mertebesi.

Bu mertebeler, asaletle Peygamberlere mahsustur, ancak onlara mükemmel tabi olan veliler için de, bunlardan nasib vardır.

 

Burda salik için hasıl olan bir takım manevi daireler (makamlar) vardır:

1- Hakikatı Kabe dairesi.

2- Hakikatı Kur’an dairesi.

3- Namazın hakikatı dairesi.

4- Ma’budiyyeti sırfe dairesi.

5- Hakikatı Museviyye dairesi.

6- Hakikatı Muhammediyye dairesi.

7- Hakikatı Ahmediyye dairesi.

8- Hubbu sırfe dairesi.

9- Lâ teayyün dairesi.

EDİTÖR:

Hubbu sırf (katıksız sevgi/mahabbet), Allahu teala nın alemi yaratmasının, gizli kemalatlarının açığa çıkartmasının sebebidir. Hadisi kudside geldiği gibi: “Ben gizli bir hazine idim, bilinmemi istedim, bilinmem için halkı yarattım.”

İlahi gizli hazineden ilk zuhura gelen, halkın yaratılmasına sebeb olan şu sevgidir. Şayet şu sevgi olmasaydı, alem yoklukta kalırdı, vucude gelmezdi. Burda Efendimizin (sallallahu aley ve sellem) şanı hakkında gelen hadisi kudsi tahakkuk eder: “Şayet sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım.” Aynı şiekilde şu hadisi şerif: “Sen olmasaydın, rububiyyetimi izhar etmezdim.”

Bu ve benzeri manaları kabul etmek, gerçekten derin bir sevgi ve teslimiyyet işidir. Aklı ile yürümeye çalışanlar, Mutezile-Şia-Vehhabi- Selefiyye-Hariciyye- reformist taifesi, bu manevi işlerden haberdar olmadıklarından veya havsalaları almadığından inkara girişmişler. Ama inkar kime fayda vermiş ki? Allah ve resulünün razı olduğu hallerin inkarı, kişiyi nursuz ve bereketsiz bırakacağından bunların imansız ölmelerinden korkulur…

 

iktibas: alikarahoca.net

 

Son Nefeste İmanlı Gitmek…

Allah dostlarından Ebû Zekeriyya hasta döşeğinde ölümle pençeleşiyordu. Yakın dostlarından biri kendisen “Lâ ilahe illallah, Muhammedün Resûlullah!…..
Allah dostlarından Ebû Zekeriyya hasta döşeğinde ölümle pençeleşiyordu. Yakın dostlarından biri kendisen “Lâ ilahe illallah, Muhammedün Resûlullah! (Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.)” sözlerini telkin etmek istedi. Bir etti, iki etti, üç etti. Ebu Zekerriya her defasında söylemeyi reddediyordu.

Bu durum karşısında yakın dostu Ebu Zekerriya’nın son nefesinde imansız gideceğinden korktu ve endişeye kapılmıştı. Bütün bir ömrünü Allah’a ibadet ve taat etmekle geçiren böylesine bir kimsenin şimdi hasta döşeğinde ölüm ile pençeleşirken Kelime-i Tevhid getirmemesine bir mana veremiyordu. Şeytanın bir kandırışına mı yenilmişti yoksa? Veyahut da yüce Allah’ın tecellisi karşında mı idi?

Bir müddet kafası bu düşünceler içinde çalkalanan dost baktı ki Ebu Zekerriya sanki kafasında resmi geçit yapan düşünceleri okuyormuş gibi bir aralık gözlerini açarak, “Bana bir şey mi dediniz?” diye sordu. Orada bulunanlar. “Evet, üç defa şehadet getirmeni söyledik, her defasında reddettin. O yüzden büyük bir endişeye düştük.” diye cevap verdiler.

Bunun üzerine Ebu Zekerriya şu olayı anlatmaya başladı:
“Lanetlik şeytan elinde su bardağı ile gelmişti: Sağ yanıma dikilmiş elinde suyu göstererek “içecek misin?” diye soruyordu. Karşılınğında ise, “İsa, Allah’ın oğludur” dememi istiyordu. Reddettim. Sonra sol yanıma geçip dikildi. Yine aynı hareketleri tekrarlayarak “İsa, Allah’ın oğludur” cümlesini söylememi istedi. Yine reddettim. Üçüncü olarak “La ilahe (Allah yoktur)” diye söyledi, yine reddettim. Böylece her çareye başvurarak tam manasıyla yoklamasını yapıp da müspet bir netice alamayınca elindeki suyla dolu bardağı yere çarptı ve sıvışıp gitti. İşte gerçekte ben sizi değil, onu reddediyordum.”

Ardından da Şehadet getirerek ruhunu teslim eden Ebu Zekerriya gülen bir çehreyle Cennete yolculuk ettiğini müjdeliyordu.

 

 

Allah Dostlarının İlmi!

Bir pazar sabahı Mahmud Efendi Hazretleri sohbetin başında, kendini bilmez yarım bilgili burnu havada olanlara değindirerek bir kıssa anlattı:

Çölde yaşayan bir köylü, olduğu yere bir gün çok yağmur yağınca: -Bundan birazını tulumlara doldurayım da padişaha hediye götüreyim, orda böyle su yoktur- diyerek bir kaç tulum suyu hazırlayıp katırına yüklemiş ve yola koyulmuş.

Sarayın kapısına varıp askerlere hitaben: -Padişaha hediye getirdim, katırımdaki su tulumları hediyedir- demiş.

Askerler şaşırmışlar ve içeriye haber vermişler. İçerden -durumu idare edin ve içeri alın, hediyesi kabul edilmiştir- diye haber gelmiş. Köylü sevinmiş, gururlu bir şekilde içeriye girmiş. Onu ziyafete almışlar, yedirmişler içirmişler. Sonra padişah demiş ki: Efendim şimdi balkona çıkalım da bir hava alalım, manzaraya bakalım. Tabii efendim diyerek beraberce balkona çıkmışlar. Köylü bir de ne görsün, göz alabil diğince Fırat nehrinin suyu her tarafı kaplamış derya gibi. Bu manzara karşısında utanmış, mahçup olmuş.

İşte senin benim ilmim, bir kaç kova bile etmezken, sultanın ilmi Allah dostlarının ilmi deryadır, ucu bucağı yoktur, zira Allahu tealanın ikramıyla elde edilen ilhamla hasıl olan ilmin sonu yoktur. Nasıl ki Hızır aleyhisselamın ilmi karşısında Musa aleyhisselam aczini kabul etmiş ve özür beyan etmiştir. Hızır aleyhisselam da -bu Allahın öğrettiğidir- diyerek meseleyi Allah’a havale etniştir. Mevla teala bu ledun ilminden bol nasib cümlemize ihsan eylesin. Âmin!

iktibas: alikarahoca.net

İmamı Rabbani kuddise sırruhu

971 Senesinde Serhend beldesinde doğmuştur. Burası Lahor ve Dehli arasında büyük bir beldedir. Evvelce burası aslanların çok bulunduğu bir orman imiş, ilk binaları sultan Firuz Şah zamanında yapılmaya başlanmış. Orda ilk yerleşen İmam Refiuddin, İmamı Rabbani’nin altıncı ceddidir. İşte evvelce aslanların arazisi iken sonradan hakiki aslan olan alimlerin arazisi olmuştur.

Doğumundan birkaç gün sonra hastalanınca babası onu Şeyhi Kemal Keyehteli el Kadiri’ye götürmüş, şeyhi ona korkmamasını tenbihlemiş ve ömrünün uzun olacağını müjdelemiş. Hallerinin güzelliğini, elinden kamil cezbe alacağını da ona haber vermiş. Dilini onun ağzına koyup onun diline Kadiri nisbetini akıtmış.

İmamı Rabbani babasının elinde edeble büyütüldü, Arapça ilimlerinin ilk kitaplarını ondan tahsil etti. Küçük yaşında Kur’anı ezberledi. İlim kitap larından pek çoğunun ibarelerini de ezberledi.

Daha sonra Seyalkot beldesine gidip orda Mevlana Kemaluddin Keşmiri’den bazı akli ilimleri son derece tetkik ve tahkikle tedris etti.

Mevlana Keşmiri’den hadis ilmi aldı. Bu zat zamanının derin alimle rinin büyüklerinden idi.

Hadis, tefsir ve usul kitaplarından icazet elde etti. Mesela Vahidi’nin üç tefsiri, Esbabı Nüzül, Beyzavi Tefsiri, Minhacul Vusul, Gayetul Kusva, Sahihi Buhari, Mişkât, Tirmizi’nin şemaili, Suyuti’nin Camius-Sağir’i ve diğerleri.

Ömrü on yedi yaşına henüz ulaşmışken ilim derslerini tamamlamış, usul ve furu’ hakkında tetkikleri itmam etmişti. İlim tedrisi esnasında Kadiri ve çeştiyye tarikını da babasından almıştı. Babasının hayatında taliplere tarikat talimi ve talebelere ilim dersleri ile meşgul olmuştur.

Bu esnada bazı risaleler yazmıştır. Risale-i Tehliliyye, Rafizilere reddiye, Nübüvveti İsbat Risalesi gibi.

Zekasının sür’ati, meselelere hemen vakıf olması, fesahat ve belağa tının son derece ilerde olmasıyla vaktinin alimleri tarafından takdirle karşılanmıştır.

<<Böyle büyük bir ilim hazinesi daha sonra maneviyat yoluna seyrederek tasavvufta önder olmuş, ikinci bin yılın müceddidi diye nam salmıştır. İşte bu zaman yeni yetme müçtehit taslakları, Nakşi büyüklerini ilimsizlikle vasıflayarak kendilerinin ne kadar cahil olduğunu göstermiş oluyorlar. Sahte, cahil, şeyh ve dervişlere bakarak Nakşi yolu ve büyükleri hakkında konuşanlar, çok yanılır ve iftiraya düşerler, kul hakkından kurtula mazlar. Aklı olan bunlara teslim olur, zahir ve batın ilimlerine nail olur, mevlanın has kulu olur, aksi takdirde cehli mürekkebini ilim zanneder de eli boş kalır.

Nakşi Tarikatını Hoca Bakibillah kuddise sırruhu’dan alması hakkındadır:

 İmamı Rabbani kuddise sırrahu, zikredilen kemalatlarla birlikte yine de manevi susuzluk içinde olup Nakşi yolunu arzulardı. Bu yol hakkında yazılmış bazı risaleleri mütalaa etmişti. Bu yolun büyüklerinden biriyle karşılaşmayı çok arzu ederdi. Babası vefat edince, bir sene sonra evinden çıktı, hac vazifesini eda etmek için yola koyuldu. Hind beldelerinden Dehli’ye girince, bazı arkadaşlarının delaletiyle Şeyh Muhammed Bakibil-lah kuddise sırrahu’nun sohbetine kavuştu. Ezeli cezbelerle onu çekip ebedi devlete onu delalet etti.

Kalbinde beliren hac yolculuğunu erteleyip orda kaldı, iki gün sonra Bakibillah’a beyat etti, sohbetine daim oldu.

Şu beyitleri terennüm etti:

Ey Temennim! haccım ve umrem  senin içindir.

Milletin haccı toprak ve taşlaradır.

Yüce kabiliyyeti gereğince talebte bulundu, ‘keşke-belki’ gibi sözlerle oyalanmayıp hiçbir inceliği yitirmedi.

Şeyhi onda kabiliyyetin kemalini ve üstün fıtratı farketti, hatta ken-disine müjdelenen bütün vasıfları onda müşahede etti, bu kemalatların ve daha fazlasının sahibi olarak müjdelenen şahsın o olduğuna kesin karar verdi. Onun hakkında bütün inayetini sarfetti, her türlü iltifatı ona bezletti. Allahu subhanehu’nun yardımıyla cezbesinin kuvvetiyle onu en son hadde ki kemalatlara ulaştırdı.

Kısa müddet içinde başkalarında hasıl olmayan derecede büyük kemalatlar İmamı Rabbani’de zuhur etmeye başladı, öyleki bunların onda biri başkaları için uzun senelerde hasıl olmaz.

Bu hal üzerinden iki ay ve birkaç gün geçtikten sonra, şeyhi ona tam icazet verdi. Vatanına dönmesiyle ona emretti, umumun kalblerine feyiz-leri akıtmasını ona tenbihledi. Pek çok mürüdinin terbiyesini İmamı Rabba ni’ye havale etti. Onları da yanına katarak hepsini vatanı olan Serhend’e gönderdi.

Vatanına gelince irşad postuna oturdu, taliplerin hidayetine ve müridlerin terbiyesine, ifade ve irşatta kamil neşe ile başladı.

Kısa zamanda etrafında çok kimseler toplandı, kemalatı ve kuvvetli feyzi her tarafta yayıldı, alimler, fazıl kimseler, idarecilerden pek çokları etrafına birikmeye başladı.

Kendisi Şeriatı Muhammediyye’nin ihyasında son derece gayretli idi. Bütün arkadaşlarını da Sünneti Nebevi’ye temessük/yapışmak ile emreder di, sünnetin ihyasını ve onunla amel edilmesini, çirkin bid’atlardan sakınılmasını son derece dikkatle tenbihlerdi.

Vaktinin idarecilerini, sayısız mektuplarıyla dinin ihyasina ve sünnete ittibaya teşvik ederdi. Öyleki Hind beldesinin her tarafı bu nurla aydınlan-dı. Şeriatı Muhammediyye, inkıraza uğradıktan sonra bu sebeble tekrar dosdoğru ve düzgün şekilde tatbik edilmeye başlandı. Kendisi ve daha sonra evlat ve ahfadı/torunları da aynı yol üzere devamla şeriatı ve tarikatı her tarafa ulaştırdı. Öyleki onun feyzi ve bereketiyle nurlanmayan belde kalmadı, hatta zamanımızda bile onun halifelerinin halifeleri sayesinde aynı usul üzere devam edilmektedir.

ذَلِكَ فَضْلُ اللهِ  يُؤْتِيهِ  مَنْ يَشَاءُ وَاللهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ

     “Bu, Allah’ın fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah büyük fazıl sahibidir.”[1]

Bilmek gerek ki, her peygamber ve Allah dostlarının hayatlarında sıkıntılar, belalar ve düşmanların eziyetleri çok fazla olmuştur. İmamı Rabbani kuddise sırrahu hakkında da durum böyle olmuştur. Vaktinin sul-tanlarının zulmünden, sabırla ve sünneti seniyyeye devamla kurtulmuş ve mahfuz olmuştur. Öyleki, evvelki düşmanları önünde pişman olup tevbe ederek kendisine intisab etmiştir. Bu durum Allahın adeti olup bütün dost-ları hakkında devam edip gelmektedir.

[1] Hadid: 21

alikarahoca.net

Hazreti Hoca Ubeydullah Ahrar kuddise sırruhu

Mektubat-ı Rabbani’den 1. cilt, 65. mektubtan:

<<Hazreti Hoca Ubeydullah Ahrar kuddise sırruhu der ki, ‘Şayet şeyhlik ve irşad makamında olsaydım, asla alemdeki şeyhlerden hiç birisi mürid bulamazdı. Lakin gayb aleminden başka bir işle emrolundum.”

Bu, şeriatı rağbetlendirmek, dini kuvvetlendirmektir. Bu sebeble sultanlarla sohbeti seçmiş ve onları tasarrufu ile kendine boyun eğdirmiş, onlar vasıtasıyla şeriatı rağbetlendirmiştir.>>

Deriz ki: Bu yüce Nakşi yolunun bazılarının kontrolünde olduğunu, onların düzenlerine alet olduğunu zırvalayan yeni yetme müçtehid bozuntuları, sahte şeyhleri ve tarikatları bahane ederek islamı en güzel şekilde yaşayan şu büyüklere dil uzatmaktadır. Bunlar hangi Allah dostlarına dil uzattıklarının farkında olamyacak kadar cahil olan zavallılardır. Onlara cevap vermeye de gerek yok ama asıl bizim derdimiz, saf kardeşlerimizi kandırıp itikadlarını bozmalarına mani olmak, ehli sünnet cemaatini muhafaza etmektir.

Dikkat ederseniz mensubu olduğumuz Nakşi yolunun şeyhleri ve tekkeleri, daime gösterişten ve şafşatadan uzaktır, sade bir şekilde sünneti seniyyeyi ihya ederler, fazla kalabalıklara itibar etmezler. Büyük büyük binalar yapmaz ve çok toplulukları biraraya getirmek istemezler. Zira az ve öz olmasına dikkat gösterirler. Kimsenin koltuğunda ve makamında, fabrikası ve parasında, elindeki nimetlerde asla gözleri yoktur. Dünyaya metelik vermezler, bütün masivayı gönül sahasından silip atarak sadece baki Olan Mevla’ya yönelirler.

Şeyh diye bilinen nakısların derdi keramet, el öptürmek, adam etraf çoğalmak iken, bizim büyüklerimnizin derdi sadece Efendimiz s.a.v in getirdiği dinin bütün cihana hakim olup ışık tutması, herkesi kurtaracak bir halde kuşatması, dünya ve ahıret saadetine nail olmasıdır.

Dertleri sünneti ihya ve islamı revaçlandırmak olan bu büyüklere dil uzatan zalimler, attıkları iftiralarında boğulacaktır, ama uşaklık ettikleri siyonist güçlere de asla yaranamayacaklardır. İngiliz devleti, dominyon bakanlığı adı altında kurduğu bir müessese ile islam aleminin her tarafına sahte alimler ve şeyhleri yerleştirmiş, islamı değişik yorumlamakla insanların kafasını karıştırmıştır. Ama Nakşi yoluna bir türlü diş geçiremediklerinden, rabıtayı inkara kalkışmışlar ve müslümanlar ile Allah dostlarının bağlantısını kesmeye kalkışmışlardır.

Kafkaslarda uzun seneler Ruslara karşı cihad eden şeyh şamil k.s., Halid-i Bağdadi k.s. nun müridi idi. Manevi tasarrufla askerlerini yetiştirmiş ve Ruslara kök söktürmüştü. Nezaman hatmi haceyi terk etmişler, o zaman Ruslara yenilmişlerdir. Bu hususta şeyhi onu ikaz etmiş, niçin hatmi haceyi terk ettiniz deniştir.  İslamın bütün asırlarda galibiyyeti, Allahın yardımının gelmesi hep Allah dostlarının duaları bereketiyle hasıl olmuş, melekler ve gayb adamlarının zuhuruyla islam orduları galib olmuşlardır. Şimdi bu galibiyyet ve yardım nerde? Çünkü müslümanlar rabıtayı ve tevessülü inkara kalkıştılar, Allahu teala da yardımını indirmiyor. Mesele budur, eğer tekrar dönersek, Allahu teala da yardımıyla bizlere döner ve aziz eder. Değilse sürünmeye mahkumuz…İşte islam alemindeki olaylar ve hareketler! Neticeye varan, galib olup islamı tatbik eden varmı? Sadece şucu-bucu laflarıyla birbirimizi yemeye yok etmeye çalışıyoruz. Düşman da bunu istiyor. Allahu teala tez zamanda doatlarının safında birleştirsin ve galib eylesin. Sitemizde Efendi Hazretlerinin k.s. duasını okuyalım ve hangi şeyleri taleb ettiğini görüp biz de öyle olmaya çalışalım. Bu Allah dostlarını iyi tanımak için onlara yakın olmak, sözlerini dinlemek, hallerini anlamak lazım.

Gönderiye Yönelik Gezinme