971 Senesinde Serhend beldesinde doğmuştur. Burası Lahor ve Dehli arasında büyük bir beldedir. Evvelce burası aslanların çok bulunduğu bir orman imiş, ilk binaları sultan Firuz Şah zamanında yapılmaya başlanmış. Orda ilk yerleşen İmam Refiuddin, İmamı Rabbani’nin altıncı ceddidir. İşte evvelce aslanların arazisi iken sonradan hakiki aslan olan alimlerin arazisi olmuştur.
Doğumundan birkaç gün sonra hastalanınca babası onu Şeyhi Kemal Keyehteli el Kadiri’ye götürmüş, şeyhi ona korkmamasını tenbihlemiş ve ömrünün uzun olacağını müjdelemiş. Hallerinin güzelliğini, elinden kamil cezbe alacağını da ona haber vermiş. Dilini onun ağzına koyup onun diline Kadiri nisbetini akıtmış.
İmamı Rabbani babasının elinde edeble büyütüldü, Arapça ilimlerinin ilk kitaplarını ondan tahsil etti. Küçük yaşında Kur’anı ezberledi. İlim kitap larından pek çoğunun ibarelerini de ezberledi.
Daha sonra Seyalkot beldesine gidip orda Mevlana Kemaluddin Keşmiri’den bazı akli ilimleri son derece tetkik ve tahkikle tedris etti.
Mevlana Keşmiri’den hadis ilmi aldı. Bu zat zamanının derin alimle rinin büyüklerinden idi.
Hadis, tefsir ve usul kitaplarından icazet elde etti. Mesela Vahidi’nin üç tefsiri, Esbabı Nüzül, Beyzavi Tefsiri, Minhacul Vusul, Gayetul Kusva, Sahihi Buhari, Mişkât, Tirmizi’nin şemaili, Suyuti’nin Camius-Sağir’i ve diğerleri.
Ömrü on yedi yaşına henüz ulaşmışken ilim derslerini tamamlamış, usul ve furu’ hakkında tetkikleri itmam etmişti. İlim tedrisi esnasında Kadiri ve çeştiyye tarikını da babasından almıştı. Babasının hayatında taliplere tarikat talimi ve talebelere ilim dersleri ile meşgul olmuştur.
Bu esnada bazı risaleler yazmıştır. Risale-i Tehliliyye, Rafizilere reddiye, Nübüvveti İsbat Risalesi gibi.
Zekasının sür’ati, meselelere hemen vakıf olması, fesahat ve belağa tının son derece ilerde olmasıyla vaktinin alimleri tarafından takdirle karşılanmıştır.
<<Böyle büyük bir ilim hazinesi daha sonra maneviyat yoluna seyrederek tasavvufta önder olmuş, ikinci bin yılın müceddidi diye nam salmıştır. İşte bu zaman yeni yetme müçtehit taslakları, Nakşi büyüklerini ilimsizlikle vasıflayarak kendilerinin ne kadar cahil olduğunu göstermiş oluyorlar. Sahte, cahil, şeyh ve dervişlere bakarak Nakşi yolu ve büyükleri hakkında konuşanlar, çok yanılır ve iftiraya düşerler, kul hakkından kurtula mazlar. Aklı olan bunlara teslim olur, zahir ve batın ilimlerine nail olur, mevlanın has kulu olur, aksi takdirde cehli mürekkebini ilim zanneder de eli boş kalır.
Nakşi Tarikatını Hoca Bakibillah kuddise sırruhu’dan alması hakkındadır:
İmamı Rabbani kuddise sırrahu, zikredilen kemalatlarla birlikte yine de manevi susuzluk içinde olup Nakşi yolunu arzulardı. Bu yol hakkında yazılmış bazı risaleleri mütalaa etmişti. Bu yolun büyüklerinden biriyle karşılaşmayı çok arzu ederdi. Babası vefat edince, bir sene sonra evinden çıktı, hac vazifesini eda etmek için yola koyuldu. Hind beldelerinden Dehli’ye girince, bazı arkadaşlarının delaletiyle Şeyh Muhammed Bakibil-lah kuddise sırrahu’nun sohbetine kavuştu. Ezeli cezbelerle onu çekip ebedi devlete onu delalet etti.
Kalbinde beliren hac yolculuğunu erteleyip orda kaldı, iki gün sonra Bakibillah’a beyat etti, sohbetine daim oldu.
Şu beyitleri terennüm etti:
Ey Temennim! haccım ve umrem senin içindir.
Milletin haccı toprak ve taşlaradır.
Yüce kabiliyyeti gereğince talebte bulundu, ‘keşke-belki’ gibi sözlerle oyalanmayıp hiçbir inceliği yitirmedi.
Şeyhi onda kabiliyyetin kemalini ve üstün fıtratı farketti, hatta ken-disine müjdelenen bütün vasıfları onda müşahede etti, bu kemalatların ve daha fazlasının sahibi olarak müjdelenen şahsın o olduğuna kesin karar verdi. Onun hakkında bütün inayetini sarfetti, her türlü iltifatı ona bezletti. Allahu subhanehu’nun yardımıyla cezbesinin kuvvetiyle onu en son hadde ki kemalatlara ulaştırdı.
Kısa müddet içinde başkalarında hasıl olmayan derecede büyük kemalatlar İmamı Rabbani’de zuhur etmeye başladı, öyleki bunların onda biri başkaları için uzun senelerde hasıl olmaz.
Bu hal üzerinden iki ay ve birkaç gün geçtikten sonra, şeyhi ona tam icazet verdi. Vatanına dönmesiyle ona emretti, umumun kalblerine feyiz-leri akıtmasını ona tenbihledi. Pek çok mürüdinin terbiyesini İmamı Rabba ni’ye havale etti. Onları da yanına katarak hepsini vatanı olan Serhend’e gönderdi.
Vatanına gelince irşad postuna oturdu, taliplerin hidayetine ve müridlerin terbiyesine, ifade ve irşatta kamil neşe ile başladı.
Kısa zamanda etrafında çok kimseler toplandı, kemalatı ve kuvvetli feyzi her tarafta yayıldı, alimler, fazıl kimseler, idarecilerden pek çokları etrafına birikmeye başladı.
Kendisi Şeriatı Muhammediyye’nin ihyasında son derece gayretli idi. Bütün arkadaşlarını da Sünneti Nebevi’ye temessük/yapışmak ile emreder di, sünnetin ihyasını ve onunla amel edilmesini, çirkin bid’atlardan sakınılmasını son derece dikkatle tenbihlerdi.
Vaktinin idarecilerini, sayısız mektuplarıyla dinin ihyasina ve sünnete ittibaya teşvik ederdi. Öyleki Hind beldesinin her tarafı bu nurla aydınlan-dı. Şeriatı Muhammediyye, inkıraza uğradıktan sonra bu sebeble tekrar dosdoğru ve düzgün şekilde tatbik edilmeye başlandı. Kendisi ve daha sonra evlat ve ahfadı/torunları da aynı yol üzere devamla şeriatı ve tarikatı her tarafa ulaştırdı. Öyleki onun feyzi ve bereketiyle nurlanmayan belde kalmadı, hatta zamanımızda bile onun halifelerinin halifeleri sayesinde aynı usul üzere devam edilmektedir.
ذَلِكَ فَضْلُ اللهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ وَاللهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ
“Bu, Allah’ın fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah büyük fazıl sahibidir.”[1]
Bilmek gerek ki, her peygamber ve Allah dostlarının hayatlarında sıkıntılar, belalar ve düşmanların eziyetleri çok fazla olmuştur. İmamı Rabbani kuddise sırrahu hakkında da durum böyle olmuştur. Vaktinin sul-tanlarının zulmünden, sabırla ve sünneti seniyyeye devamla kurtulmuş ve mahfuz olmuştur. Öyleki, evvelki düşmanları önünde pişman olup tevbe ederek kendisine intisab etmiştir. Bu durum Allahın adeti olup bütün dost-ları hakkında devam edip gelmektedir.
[1] Hadid: 21
alikarahoca.net